Serkan Yapıcı Logo
Serkan.Yapıcı Blog & Düşünce
Bipolar Kapak
Psikoloji

Bipolar Olmak: İki Uçlu Miras

19 Aralık 2024
Serkan Yapıcı

Bipolar Olmak Nasıl Bir Şey?

Bana hep sorarlar, "bipolar olmak nasıl bir şey?" Aslında tek bir cevabı yok. Bazen, o kadar enerjik ve neşeliyimdir ki, sanki gökyüzünde dans ediyorumdur. Her şeyi yapabilirim, her şeyi başarabilirim gibi gelir. Sonra bir de diğer ben vardır. O, toprağın altına saklanmış, her şeyi ağır ve anlamsız bulan biridir. Sanki iki ayrı bedende, iki ayrı ruh yaşıyor gibiyim.

Bipolar bozukluk, toplumda "manik depresyon" olarak da bilinen, bireyin ruh halini, enerji seviyesini ve aktivite düzeyini etkileyen ciddi bir ruh sağlığı sorunudur. Bu durum, sadece bir duygu durum dalgalanmasından ibaret değildir; kişinin düşünce biçimini, davranışlarını ve günlük işlevselligini derinden etkileyen, zıt kutuplardaki iki ayrı ruh halinin hakim olduğu ataklarla karakterize bir sendromdur.

Bipolar bozukluk, adından da anlaşıldığı gibi, "iki uçlu" bir durumu tanımlar. Bir uçta aşırı coşku ve enerji patlamalarıyla seyreden mani ve daha hafif formu olan hipomani yer alırken, diğer uçta derin bir üzüntü ve umutsuzlukla karakterize depresif dönemler bulunur. Bu dönemler, günlerce hatta haftalarca sürebilir ve ruh hali atakları olarak adlandırılır.

Gökyüzünde Dans Etmek: Manik ve Hipomanik Dönemler

Bir mani atağının ilk anları, genellikle bir yükseliş hissiyle başlar. Birey, aşırı mutlu ve heyecanlı, sanki dünyanın zirvesindeymiş gibi hissedebilir. Bu durum, abartılı bir özgüven ve "yenilmez olduğu" düşüncesiyle birleşir. Aklımda binlerce fikir yarışır, birinden diğerine hızla atlar ve hepsinin birer deha ürünü olduğuna inanırım. Bu dönemde, uykuya olan ihtiyaç azalır ve kişi, sadece birkaç saat uyuyarak bile kendini tamamen dinlenmiş hissedebilir. Enerji o kadar yükselir ki, durmadan konuşma ihtiyacı hissederim ve düşüncelerimi takip etmek bile zorlaşır.

Ancak bu coşku, her zaman neşeli bir dansa dönüşmez. Aşırı sinirli, huzursuz ve hatta saldırgan bir ruh hali de ortaya çıkabilir. Fikirlerim veya taşkın davranışlarım eleştirildiğinde, bu eleştiriyi bir tehdit olarak algılar ve büyük bir öfkeye kapılabilirim. Risk alma eğilimi bu dönemde artış gösterir; aşırı para harcamalar, mantıksız iş yatırımları ve yüksek cinsel dürtü gibi sorumsuz davranışlar sergilenebilir. Şiddetli manik ataklarda halüsinasyonlar veya sanrılar gibi psikotik belirtiler de görülebilir.

Hipomani ise maniden daha hafif bir durumdur ve bireyin günlük işlevselliğini genellikle bozmaz. Hatta bu dönemde üretkenlik artabilir. Ancak bu, yine de "normal" bir ruh hali değildir.

Yerin Altında Saklanmak: Depresif Dönemler

Manik dönemin aksine, depresif dönemler, adeta tüm enerjinin ve ışığın çekildiği bir boşluğu ifade eder. Bu dönemde, aşırı üzgün, moralsiz ve umutsuz hissederim. Dünyanın rengi solar, daha önce zevk aldığım hiçbir şeyden keyif almam. En basit görevler bile gözümde büyür, konsantre olmak imkânsız hale gelir. Kendimi değersiz, yetersiz ve suçlu hissederim. Uykusuzluk veya aşırı uyuma isteği, iştah değişiklikleri gibi fiziksel belirtiler de yaygındır. En zorlayıcı olanı ise intihar düşüncelerinin zihnimde dönüp durmasıdır.

Bipolar bozukluk herkes için aynı şekilde yaşanmaz. Kiminin iniş çıkışları daha serttir, kimininki daha hafif. Bu yüzden hekimler, belirtilerin şiddetine ve gidişatına bakarak üç ana tipten söz ederler:

  • Bipolar I Bozukluk: Burada en az bir kez yoğun bir manik dönem yaşanır. Bu dönem öylesine güçlü olabilir ki kişinin işini, okulunu, hatta sosyal hayatını altüst eder ve bazen hastaneye yatış gerekir. Yanında depresif dönemler de görülebilir ama tanı koymak için tek başına mani atağı yeterlidir.
  • Bipolar II Bozukluk: Bu tipte büyük bir depresif atak ve daha hafif seyreden bir hipomani dönemi vardır. Hipomani, mani kadar yıkıcı değildir; bazen çevredeki insanlar bile fark etmez. Bu yüzden sık sık “Majör Depresyon” sanılabilir. Oysa bu ikisini ayırt etmek, doğru tedavi için çok önemlidir.
  • Siklotimi (Siklotimik Bozukluk): Bu, bipolar spektrumunun daha hafif ama kronik bir türüdür. İki yıl ya da daha uzun süre boyunca, dalgalı şekilde hipomanik belirtilerle hafif depresif dönemler birbirini izler. Günlük yaşamda sıkıntı yaratabilir ve ilerleyen yıllarda Bipolar I ya da II’ye dönüşme riski taşır.

Bipolar bozukluğun kesin nedenini bugün hâlâ tam olarak bilmiyoruz. Ama elimizde güçlü ipuçları var: genetik yatkınlık, beyin kimyasındaki dengesizlikler ve çevresel etkenler birbirine karışarak bu tabloyu ortaya çıkarıyor. Yani tek bir sebep yok, birçok faktörün birleşimi söz konusu.

Genler ve Çevre: Hastalığın Biyo-Psiko-Sosyal Temelleri

Bilim insanları bipolar bozukluğu, psikiyatrik hastalıklar arasında en güçlü genetik aktarımı olan bozukluklardan biri olarak görüyor. Araştırmalar, genetik faktörlerin hastalığın ortaya çıkma riskini %60–80 oranında belirlediğini söylüyor. Ailede bipolar öyküsü varsa, riskin neredeyse 10 kat arttığı biliniyor. Tek yumurta ikizlerinden biri hastaysa, diğerinde de görülme ihtimali %40’a çıkıyor. Bu oran, çift yumurta ikizlerinde yalnızca %5. Bu da genetiğin etkisini oldukça net gösteriyor.

Ama şu çok önemli: Genetik, kader değildir. Sadece bir potansiyel yaratır. O potansiyeli harekete geçiren şey ise çoğu zaman çevresel koşullar olur. Ağır stresler, çocuklukta yaşanan travmalar ya da istismar deneyimleri ilk atağı tetikleyebilir. Hayatın getirdiği sarsıntılar —örneğin boşanma, sevilen birini kaybetme, ekonomik sıkıntılar— duygusal dengemizi bozarak süreci hızlandırabilir. Ayrıca madde ve alkol kullanımı, uyku düzensizlikleri gibi yaşam tarzı faktörleri de atakların fitilini ateşleyebilir.

Kısacası bipolar bozukluğu sadece “biyolojik” ya da sadece “çevresel” bir sorun olarak görmek yanlış olur. İkisinin birleşiminden doğan, karmaşık ama anlaşılabilir bir süreçtir. İşte modern psikiyatrinin biyopsikososyal yaklaşımı da tam burada devreye girer: tedaviyi yalnızca ilaçlarla değil, aynı zamanda psikoterapi ve yaşam düzenlemeleriyle bütüncül olarak ele almak gerekir.

Atalarımızın Mirası: Evrimsel Uyumsuzluk ve Avcı-Toplayıcı Hipotezi

Bipolar bozukluğun evrimsel kökeni üzerine de ilginç fikirler var. Düşünsene, bugün “hastalık” olarak gördüğümüz manik dönemin bazı özellikleri, binlerce yıl önce avcı-toplayıcı yaşamda bir avantaj olabilirdi.

Manik ve hipomanik dönemlerin en belirgin özellikleri olan yüksek enerji, az uyku ihtiyacı ve risk alma eğilimi, avcı-toplayıcı toplumlarda oldukça faydalı özellikler olabilirdi. Yeni kaynaklar keşfetmek, uzun süreli av takibi yapmak veya bilinmeyene doğru keşif gezilerine çıkmak, bu özelliklere sahip bireyler için daha olasıydı. Benzer bir şekilde, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun (DEHB) de toplayıcılık faaliyetlerinde avantaj sağlamış olabileceği yönündeki düşünceler, bu tür spekülasyonları desteklemektedir.

Bipolar bozukluk ve yaratıcılık arasındaki ilişki, son 70 yıldır araştırmaların konusu olmuştur. Hipomanik ve siklotimik mizaçların yaratıcılık üzerinde olumlu etkileri olduğu belirtilmektedir. Bu, yeni aletler icat etme, daha etkili avlanma stratejileri geliştirme veya sanatsal ifade yoluyla sosyal bağları güçlendirme gibi durumlarda, bu genetik yatkınlığı taşıyan bireyleri toplumları için değerli kılmış olabilir.

Avcı-toplayıcı hipotezinin en çarpıcı yönü, bu özelliklerin modern sanayi toplumunda nasıl bir dezavantaja dönüştüğünü açıklamasıdır. Toplumumuz, atalarımızdan farklı olarak, sosyal destek ağlarının zayıfladığı, keşfedici öğrenme yerine ezberci eğitimin ön plana çıktığı ve yoğun rekabetin hakim olduğu bir yapıdır. Bu yapı, bir zamanlar hayatta kalmayı kolaylaştıran özellikleri işlevsiz ve zararlı hale getirmiştir.

Bipolar bozukluk, modern psikiyatrinin hala tam olarak çözemediği, genetik, biyolojik ve çevresel faktörlerin karmaşık bir etkileşimi sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Bu yazı, hastalığın mani, hipomani ve depresif dönemler gibi klinik yüzlerini bir hastanın gözünden anlatmaya çalıştı, genetik ve çevresel faktörlerin bu duruma nasıl zemin hazırladığını açıkladı ve en önemlisi, hastalığın evrimsel kökenlerine dair cesur hipotezleri inceledi. Bu hipotezler, mani döneminde görülen risk alma, yüksek enerji ve yaratıcılık gibi özelliklerin, binlerce yıl önce atalarımızın hayatta kalmasına yardımcı olan bir miras olabileceğini öne sürmektedir.

Belki de atalarım, hayatta kalmak için bu dansı öğrenmek zorunda kalmıştı. Benim de şimdi, bu modern dünyada hayatta kalmam için yeni adımlar öğrenmem gerekiyor. Bu bir mücadele, evet, ama aynı zamanda kimliğimin bir parçası. Ve ben, bu iki uçlu mirasımla, yaşamaya devam ediyorum.